Satranç, Stefan Zweig
Satranç, insanoğlunun icat ettiği öteki bütün oyunlar arasında kendini bağımsızca rastlantının her türlü tiranliginin dışında tutan ve zafer taçlarini yalnızca tine ya da daha doğru bir deyişle, tinsel yeteneğin belli bir türüne sunan tek oyundu. Fakat insan daha satrancı bir oyun diye adlandirmakla, kendini hakaret etmek anlamını taşıyan bir kucumsemenin vebali altına sokmuş olmuyor muydu? Aslında satranç da bir bilimdi, bir sanattı. Muhammedin gökyüzü ile yeryüzü arasındaki boşlukta bulunan tabutu gibi, bu kategoriler arasında boşlukta dolanmaktaydı, karsitliklardan oluşma bütün çiftlerin bir defaya özgü birleşmesiydi, sonsuz eski ama buna rağmen sonrasız yeniydi, kuruluşu bağlamında mekanikti ama yalnızca imgelem gücü aracılığıyla etkinlik kazanabiliyordu. Geometri acıdan kaskatı bir uzanma sınırlıydı ve bu arada kombinasyonları bağlamında sınırsızdı, kendini sürekli geliştiriyordu ama durağandı, hiç bir yere götürmeyen bir düşünme eylemiydi, hiçbir şey hesaplamayan bir matematikti, eserleri bulunmayan bir sanattı, özden yoksun bir mimariydi. Ama öte yandan, kanıtlanmış da olduğu üzere, varlığı ve olusu acısından bütün kitaplardan ve eserlerden daha kaliciydi, bütün halklara ve zamanlara ait bulunan, can sıkıntısını öldürmek duyuları bilemek, ruhu gergin tutmak için dünyaya hangi tanrının getirdiği kimsece bilinmeyen tek oyundu.


0 Yorum :
Yorum Gönder